Genelde
“kişisel gelişim” kitaplarına kuşkuyla yaklaşırım. Belki de bizdeki gelişim
kelimesinin biraz iddialı bir tınısı olduğundan olabilir. Bunlara İngilizce’de
daha yumuşak bir şekilde “kişisel yardım” (self help) kitapları deniyor. Ya da
insan içinde bulunduğu karmaşık durumu veya kendini çaresiz hissettiğini yüzüne
vuracağı için belki de uzak duruyor bu kitaplardan.
Bunların önemli
bir kısmı hayatın sırlarına sahip olduklarını iddia eder gibi olduklarından,
bana sattıkları şeyin değerini fazlaca abartıyor gözüküyorlar. O yüzden bu tarz
kitaplara mesafeli duruyorum. Kitaplara mesafeli dururdum ama kıskançlık,
mutluluk, işten alınan tatmin gibi konular için internette gezindiğim sıralarda
oldukça kaliteli başlıklara rastladım. Bunların bir kısmıyla TED videolarında
tanıştım. Barry Schwartz’ın seçenek bolluğu yüzünden yaşadığımız karar felci
veya Alain de Botton’un “Başarının daha yumuşak ve kibar felsefesi” (A kinder,
gentler philosophy of success) adlı konuşması bunlardan ikisi. Bu adamların olaya
büyük bakışları farklıydı ya da o beklendik “mutluluk içimizde” konuşmalarının
ötesinde bir şey sunuyorlardı. Siz de vakit bulursanız TED’in Youtube
kanalından mutlaka dinleyin.
Alain de
Botton ile The School of Life’ın (Hayat Okulu) kurucu üyelerinden olan Roman
Krznaric’in “Kendimize Uygun İşi Nasıl
Buluruz” adlı kitabı bu konularda yazılmış olan farklı kitaplardan biri.
Bir günde okunabilecek hacimde, bir cep kitabı şeklinde tasarlanmış. Boyutu ne
kadar küçük olsa da referans listesi zengin, “scholarly” neredeyse akademik bir
çalışma denebilir.
Kendim de bu
konu üzerinde hem teorik hem de pratik olarak uğraştığımdan, bu mevzuları bir
on senedir arkadaş çevrem ve ailemle konuşmaktan, düşünceler artık yakın
belleğimde dağınık da olsa yer etmiş haldeler. Birden bu kadar derli toplu bir
biçimde önümde görmek gözlerimi parlattı ve hemen ayaküstü okumaya başladım.
Bir sonraki gün de bitirdim.
Bugün de beni
bu yazıyı yazmaya itti. Bir virajda olduğumdan okuyucu kadar kendim için de
yazıyorum.
Yazar, kitabında
aslında hiçbir çabuk çare (fix) önermiyor. Daha ziyade böyle bir derdi olan
kişinin zamanda ve toplumda nerede konumlandığını gösteriyor. Derdi okuyucuyu
bunun kişisel yönleri olduğu kadar çağın problemi, toplumun önemli bir kısmını
etkileyen bir sorun olduğunu göstermek.
Kısmen bunun seçim
bolluğu ile de bağlantısı olduğunu söylüyor. Daha önceden bu kadar çeşitlilik
olmamıştı tarihte diyor. Barry Schwartz’ın bir TED konuşmasında dediği gibi
insanlar bu çeşitlilik karşısında felç oluyor ve o an içinde bulundukları
güvenli durumu korumayı tercih ediyorlar. Hatta bu temkinliliğin bize savanada
ölüm kalım savaşı veren atalarımızdan miras olduğunu söylüyor. Orada gördüğü
şeyin aslan mı çalılık mı olduğunu ayırt etmesinin hayati önemi olduğundan adım
atmadan önce çok dikkat etmesi gerekiyordu.
İşten Tatmin (doyum) fikrinin de modern
zamanların icadı olduğunu anlatıyor. Daha önceden işin doyum alınan bir şeyden
ziyade katlanılması gereken bir şey olduğu kanısı yaygınmış. Buna ben de bir
şey katayım. İşin karşılığı olan kelimelerin (İngilizce’de labor, Fransızca’da
travaille) aynı zamanda doğum eylemi için kullanılmasının altında hem işin hem
doğum eyleminin zahmetli olmasından kaynaklandığını sanıyorum. Kısaca işe de
doğuma da “zahmet” diyorlar gibi.
Günümüzde
işimizden beklentilerimiz daha yüksek. İşimizde anlam arıyoruz, daha büyük bir amacın parçası olmasını bekliyoruz
diyor. Eskiden o iş için kaderimiz (destiny) deyip, bunu kabullenirken, şimdi
daha anlamlı bulacağımız bir kulvara doğru kaymaya çalışıyoruz. Daha önceden de
Botton’un konuşmalarından birinde dinlemiştim. Çağımızın, belki de Rönesans’la
beraber gelen insanın kendi kaderinin öncelikle onun elinde olması fikri bizi
de bir şeyleri kolay kabullenmemeye itiyor. Hatta şöyle de eklemişti, eskiden
fakirden “unfortunate” bahtsız,
kaderinde yokmuş gibi bir sözle bahsedilirken, şimdi “loser” kaybeden, başarısız olmuş kişi olarak bahsediliyor. O açıdan
kurumsal dinler veya daha yerleşik öğretiler mutluluğun kaderimizi sevmemizden
geçeceğini öğretiyordu.
Özgürlük hissi de diğer bir kriter günümüzde
aradığımız. Bununla ilgili de bir dostumun babasının ona öğütlediği şeyi
söylemek istiyorum. Devamlı başının üstünü açık tutmak… Herhalde bunu ne
yaparsan yap, ömrünün hangi vaktinde olursan ol, devamlı iştahlı olarak kendini
her zaman yukarıda koyduğun bir çıtaya yetişebilecek gibi hisset anlamında
söylemiş olsa gerek. Hayatımın geri kalanını da burada bu ofiste yıllarca
geçiririm değil de, sonra şöyle bir şey yaparak bir kulvar atlarım hissinde
olmak olsa gerek.
Kendinize uygun iş de aslında öyle bir anda rüyada gördüm, şu alanda çalışmalıyım diye olan bir şey değil diyor. Zaman içinde siz onu yaratırsınız, o da sizin etrafınızda büyümeye başlar. Buna “uğraş büyütmek”demiş. Asıl mesele bu. Bir blog yazarı da “don’t fall into passion, develop passion”, yani ilk görüşte aşk değil zamanla sizi saran bir tutkuyu büyütün diyordu.
Kendinize uygun iş de aslında öyle bir anda rüyada gördüm, şu alanda çalışmalıyım diye olan bir şey değil diyor. Zaman içinde siz onu yaratırsınız, o da sizin etrafınızda büyümeye başlar. Buna “uğraş büyütmek”demiş. Asıl mesele bu. Bir blog yazarı da “don’t fall into passion, develop passion”, yani ilk görüşte aşk değil zamanla sizi saran bir tutkuyu büyütün diyordu.
Bu kadar "anlam" yüklenmesine müsait bir mesleğe sahip olan birinin böyle sorgulamalar yapıp bu görüşleri dillendirmeyi seçmesi... Peki şu dönemde "anlam"lı mı yoksa "zahmet"li mi bu işi yapmak?
ReplyDelete