Thursday, June 20, 2013

Kendimize uygun işi nasıl buluruz?

Genelde “kişisel gelişim” kitaplarına kuşkuyla yaklaşırım. Belki de bizdeki gelişim kelimesinin biraz iddialı bir tınısı olduğundan olabilir. Bunlara İngilizce’de daha yumuşak bir şekilde “kişisel yardım” (self help) kitapları deniyor. Ya da insan içinde bulunduğu karmaşık durumu veya kendini çaresiz hissettiğini yüzüne vuracağı için belki de uzak duruyor bu kitaplardan.

Bunların önemli bir kısmı hayatın sırlarına sahip olduklarını iddia eder gibi olduklarından, bana sattıkları şeyin değerini fazlaca abartıyor gözüküyorlar. O yüzden bu tarz kitaplara mesafeli duruyorum. Kitaplara mesafeli dururdum ama kıskançlık, mutluluk, işten alınan tatmin gibi konular için internette gezindiğim sıralarda oldukça kaliteli başlıklara rastladım. Bunların bir kısmıyla TED videolarında tanıştım. Barry Schwartz’ın seçenek bolluğu yüzünden yaşadığımız karar felci veya Alain de Botton’un “Başarının daha yumuşak ve kibar felsefesi” (A kinder, gentler philosophy of success) adlı konuşması bunlardan ikisi. Bu adamların olaya büyük bakışları farklıydı ya da o beklendik “mutluluk içimizde” konuşmalarının ötesinde bir şey sunuyorlardı. Siz de vakit bulursanız TED’in Youtube kanalından mutlaka dinleyin.

Alain de Botton ile The School of Life’ın (Hayat Okulu) kurucu üyelerinden olan Roman Krznaric’in “Kendimize Uygun İşi Nasıl Buluruz” adlı kitabı bu konularda yazılmış olan farklı kitaplardan biri. Bir günde okunabilecek hacimde, bir cep kitabı şeklinde tasarlanmış. Boyutu ne kadar küçük olsa da referans listesi zengin, “scholarly” neredeyse akademik bir çalışma denebilir.

Kendim de bu konu üzerinde hem teorik hem de pratik olarak uğraştığımdan, bu mevzuları bir on senedir arkadaş çevrem ve ailemle konuşmaktan, düşünceler artık yakın belleğimde dağınık da olsa yer etmiş haldeler. Birden bu kadar derli toplu bir biçimde önümde görmek gözlerimi parlattı ve hemen ayaküstü okumaya başladım. Bir sonraki gün de bitirdim.

Bugün de beni bu yazıyı yazmaya itti. Bir virajda olduğumdan okuyucu kadar kendim için de yazıyorum.

Yazar, kitabında aslında hiçbir çabuk çare (fix) önermiyor. Daha ziyade böyle bir derdi olan kişinin zamanda ve toplumda nerede konumlandığını gösteriyor. Derdi okuyucuyu bunun kişisel yönleri olduğu kadar çağın problemi, toplumun önemli bir kısmını etkileyen bir sorun olduğunu göstermek.

Kısmen bunun seçim bolluğu ile de bağlantısı olduğunu söylüyor. Daha önceden bu kadar çeşitlilik olmamıştı tarihte diyor. Barry Schwartz’ın bir TED konuşmasında dediği gibi insanlar bu çeşitlilik karşısında felç oluyor ve o an içinde bulundukları güvenli durumu korumayı tercih ediyorlar. Hatta bu temkinliliğin bize savanada ölüm kalım savaşı veren atalarımızdan miras olduğunu söylüyor. Orada gördüğü şeyin aslan mı çalılık mı olduğunu ayırt etmesinin hayati önemi olduğundan adım atmadan önce çok dikkat etmesi gerekiyordu.

İşten Tatmin (doyum) fikrinin de modern zamanların icadı olduğunu anlatıyor. Daha önceden işin doyum alınan bir şeyden ziyade katlanılması gereken bir şey olduğu kanısı yaygınmış. Buna ben de bir şey katayım. İşin karşılığı olan kelimelerin (İngilizce’de labor, Fransızca’da travaille) aynı zamanda doğum eylemi için kullanılmasının altında hem işin hem doğum eyleminin zahmetli olmasından kaynaklandığını sanıyorum. Kısaca işe de doğuma da “zahmet” diyorlar gibi.

Günümüzde işimizden beklentilerimiz daha yüksek. İşimizde anlam arıyoruz, daha büyük bir amacın parçası olmasını bekliyoruz diyor. Eskiden o iş için kaderimiz (destiny) deyip, bunu kabullenirken, şimdi daha anlamlı bulacağımız bir kulvara doğru kaymaya çalışıyoruz. Daha önceden de Botton’un konuşmalarından birinde dinlemiştim. Çağımızın, belki de Rönesans’la beraber gelen insanın kendi kaderinin öncelikle onun elinde olması fikri bizi de bir şeyleri kolay kabullenmemeye itiyor. Hatta şöyle de eklemişti, eskiden fakirden “unfortunate” bahtsız, kaderinde yokmuş gibi bir sözle bahsedilirken, şimdi “loser” kaybeden, başarısız olmuş kişi olarak bahsediliyor. O açıdan kurumsal dinler veya daha yerleşik öğretiler mutluluğun kaderimizi sevmemizden geçeceğini öğretiyordu.

Özgürlük hissi de diğer bir kriter günümüzde aradığımız. Bununla ilgili de bir dostumun babasının ona öğütlediği şeyi söylemek istiyorum. Devamlı başının üstünü açık tutmak… Herhalde bunu ne yaparsan yap, ömrünün hangi vaktinde olursan ol, devamlı iştahlı olarak kendini her zaman yukarıda koyduğun bir çıtaya yetişebilecek gibi hisset anlamında söylemiş olsa gerek. Hayatımın geri kalanını da burada bu ofiste yıllarca geçiririm değil de, sonra şöyle bir şey yaparak bir kulvar atlarım hissinde olmak olsa gerek.

Kendinize uygun iş de aslında öyle bir anda rüyada gördüm, şu alanda çalışmalıyım diye olan bir şey değil diyor. Zaman içinde siz onu yaratırsınız, o da sizin etrafınızda büyümeye başlar. Buna “uğraş büyütmek”demiş.  Asıl mesele bu. Bir blog yazarı da “don’t fall into passion, develop passion”, yani ilk görüşte aşk değil zamanla sizi saran bir tutkuyu büyütün diyordu.

1 comment:

  1. Bu kadar "anlam" yüklenmesine müsait bir mesleğe sahip olan birinin böyle sorgulamalar yapıp bu görüşleri dillendirmeyi seçmesi... Peki şu dönemde "anlam"lı mı yoksa "zahmet"li mi bu işi yapmak?

    ReplyDelete