Zaman zaman, özellikle
gece bastırdığında yaptığım işin, takip ettiğim yolun korkunçluğu veya
yalnızlığı gözümü korkutur. Ama her iyi niyetli uyarıya, her şüpheli bakışa,
bazen de yermeye karşı sakinliğimi korumam gerektiğini bilirim. Her uyarıya,
her eleştiriye rağmen sarsılmamam bana da doğru yolda olduğumu gösterir. Aklıma
umutsuzluk ve şüphe tohumları ekildiği ilk zaman hafifçe bir sallanırım sonra
hemen dengemi toplarım. Ve aklıma Orhan Pamuk’un İstanbul isimli yarı otobiyografisinin
sonunda yer alan annesiyle olan konuşması gelir.
“Bilmiyorum oğlum.
İnsan çok yetenekli, çok çalışkan bir sanatçıysa, talihi de varsa Avrupa’da
herhalde meşhur olabilir. Türkiye’de ise kesin deli olursun. Sakın yanlış
anlayıp alınma, bütün bunları sen
ileride üzülme diye söylüyorum.”
“Kimsenin senin ruhsal sıkıntılar içinde olduğunu
düşünmesini istemem,” dedi annem, “bu yüzden okuluna gitmediğini arkadaşlarıma
söylemiyorum…”
“Flaubert de bütün
hayatı boyunca annesiyle bir evde oturmuş!” diye devam etti annem kağıtlarını
dikkatle açarken, beni daha da öfkelendiren yarı şefkatli, yarı küçümseyici bir
havayla. “Ama senin bütün hayatını benimle
aynı evde pinekleyerek geçirmeni istemem. Orası Fransa. Büyük sanatçı
deyince akan sular durur. Burada ise okulunu bırakıp, bütün hayatını annesinin
karşısında geçiren ressam sonunda ya tımarhanelik olur ya meyhanelik. Yalnızca
bir ressam olmaya çalışırsan mutsuz olursun, biliyorsun bunu. Bir mesleğin,
sana güven verecek, para kazandıracak
biri işin olursa, inan bana, resim yapmaktan da daha çok zevk alacaksın.”
“… Boş kafalı dediğin
o insanlar bir gün satın alsınlar diye resim yapabilmek için senin bütün
hayatını, geleceğini karartıp okulu bıraktığını öğrenirlerse, babanı ve beni küçümseme
zevki için, bahşiş verir gibi bir-iki resim satın alırlar senden, belki
acırlar, biraz para da verirler. Ama asla bir sanatçıya kızlarını vermezler. Resmini yaptığın o şeker kızın babası, kızının
sana aşık olduğunu öğrenir öğrenmez onu niye apar topar hemen İsvçre’ye yolladı
sanıyorsun?
“Mimarlığı sakın
bırakma oğlum, yazık olur sana. İkide bir sözünü ettiğin o Le Corbusier, bak
ressam olmak istemiş, ama mimarlık da
okumuş.”
Annemle o akşam
aramızda bir kavga çıkmayacağını, az sonra kapıyı açıp beni teselli edecek
sokaklara kaçacağımı ve uzun uzun yürüdükten sonra gece yarısı eve dönüp bu
sokakların havasından ve kimyasından bir şeyler çıkarmak için masama
oturacağımı biliyordum.
“Ressam olmayacağım,”
dedim. “Yazar olacağım ben.”
No comments:
Post a Comment